01.03.2012
MICHAEL GRODIN:
Bütün tıp etikleri aslında soykırımdan etkilenmiştir. Doktorların bu korkunç zulme karışmış olması, bence sonsuza kadar hepimizi üzen ve endişelendiren kara bir gölge olacaktır. İhtiyatı asla elden bırakmamalıyız. İnsanları tedavi etmemiz için bize verilen büyük onur ve imtiyazın ve bunun ne anlama geldiğinin farkında olmalıyız.
ALEISA FISHMAN
Dr. Michael Grodin, Boston Üniversitesi Halk Sağlığı Okulu’nda Sağlık Hukuku, Biyoetik ve İnsan Hakları profesörüdür. Nazi doktorların soykırım sırasındaki rolünü ve hastaların sistematik şekilde insanlık dışı muamelelere ve işkenceye tabi tutulma yollarını yazdı. Grodin, tıp etiğinin, araştırma ve halk sağlığı adına kurnazca yozlaştırılabileceğine karşı dikkatli olmamız gerektiğine inanıyor.
Oliver ve Elizabeth Stanton Vakfı’nın cömert destekleri sayesinde sizlere sunabildiğimiz, Amerika Birleşik Devletleri Holokost Anı Müzesi’nin podcast dizisi Antisemitizm Üzerine Konuşmalar programına hoş geldiniz. Ben, Aleisa Fishman. Günümüz dünyasında antisemitizmin ve nefret etkisinin pek çok yolunu sizlere yansıtmak üzere her ay bir konuk davet edeceğiz. Dr. Michael Grodin, Boston’daki ofisinde sizlerle.
MICHAEL GRODIN:
Yüzyıl dönümünde sosyal Darwinizm’e ve ırk ıslahına karşı yeniden nükseden bir ilgi söz konusuydu. Bu düşünceye göre bir iyi kalıtım bir de kötü kalıtım vardı ve kötü kalıtsal özelliklerden kurtulmak gerekiyordu. Bu durum uluslararası bir hareketti ve tüm dünyayı sarmıştı. Hatta ABD bu konuda başı çekiyordu ve Naziler bir ara şöyle diyordu: “ABD bizden ileride. Biz öne geçmeliyiz.” Nasyonal Sosyalist ideoloji ile tıp profesörlerinin ırk ıslahı çalışmaları arasında mükemmel bir uyum vardı. Nazilerin, aksi gerçekleşirse meydan bulamayacakları eylemlerini tıbbileştirmek ve sterilize etmek için doktorlara, doktorların da ırk ıslahı çalışmalarını hayata geçirmek için Nazilere ihtiyacı vardı. Her şey akıl hastalarının ve zihinsel engellilerin sterilizasyonuyla başladı. Tırnak içinde “yaşam, değersiz yaşam”. Daha sonra, sterilizasyon programından çocuk ötenazi programına geçildi. Çocuk ötenazi programlarını yetişkin ötenazi programları takip etti. Sonra aynı doktor ve hemşireler kamplardaki katliamları denetlediler, rampalarda kurbanlar seçip üzerlerinde deneyler yaptılar, Nazi rejimine her bakımdan derinlemesine dahil oldular. Irk hijyeni teorisi, aslında devletin tedavi gören bir insan olduğu fikriydi. Artık insanları değil, devleti tedavi ediyorlardı. Yahudiler, Çingeneler ve zihinsel engelliler patlamış birer apandisti. Hatta Hitler’e “Der Arzt der Volk”, yani “Halkın doktoru” gözüyle bakılıyordu.
Çoğunlukla savaştan hemen sonra, hatta bugüne kadar bile, doktorlar soykırım hakkında konuşmak istemez. “Dün dündür, bugün bugündür”. Onlar Nazi’ydi, biz değiliz” demek isterler. Bu yüzden araya mesafe koymak isterler. Ama ben doktorların, kendilerini zulme bulaşmaya uygun hâle getiren bazı karakter özelliklerine sahip olduğunu düşünüyorum. Bu özelliklerden biri, bölümlere ayırmada uzman olmalarıdır. Tıp, şiddeti devamlı surette bastırmak zorundadır. Tedavi etmek için yaptığımız şeyin çoğu insanlara zarar vermek. Ve bu açıkça gerekçelendiriliyor. Ama soru şu: Bu iyi bir gerekçe mi, kötü bir gerekçe mi? Doktorlar somutlaştırmak için bilimi, gerekçelendirmek için tıp terminolojisini kullanırlar. Aynı Nazilerin yaptığı gibi bir takım metaforlar ve mecazlar geliştirirler. Ayrıca bence çoğu doktor narsistik bir muhteşemliğe de sahip olduğundan böyle ihtiraslara kapılabiliyor. Galiba mesleğin bir parçası bu. Ama bildiğimiz çok önemli bir şey var, Ben bunu Soykırım dersinde ve tıp öğrencilerine öğretirim: Hiçbir şey kaçınılmaz değildi. Seçimler yapıldı ve o seçimleri yapanlar doktorlardı.
Doktorlar, insanları iyileştiren, insanların hâlini gözlemleyen kişiler olarak toplumda çok önemli bir role sahiptir. Her gün, en zor anlarını yaşayan insanlarla ilgilenirler, onlara dokunurlar. Bu yüzden tarihî açıdan, tıbbın yüksek itibarlı ve büyük sorumluluk gerektiren bir olgu olarak görüldüğünü düşünüyorum. 34 yıl boyunca soykırım mağdurlarına baktım, 50 ülkeden gelen işkence ve mülteci travması mağdurlarını da tedavi ettim. Hükümetlerin, yaptıklarını meşrulaştırmak için doktorların da işin içine girmesini istediği tüm rejimler arasında çok büyük bir paralellik var. Tıbbın gücünü ve saygınlığını ele alın. Bunun askerî ya da hükümet politikası olmadığı, tıbbî bir politika olduğu ve bu yüzden sorun olmaması gerektiği söyleniyor. Ve ne yazık ki bu suiistimal devam ediyor. Ne zaman biri canavarlaşmaya ya da hastaları bir eşya olarak görme yoluna girse sonu Nazi Almanyası gibi olur demiyorum ama kötü bir yola girmiş olur. Nazi doktorları birdenbire katiller haline gelmedi. Hepsi küçük adımlarla başladı ve o küçük adımlar cinayete ve soykırıma giden büyük adımlara dönüştü.