4 Haziran 2015
MOHAMMED DAJANI:
Maalesef bu çatışmayı dedelerimizden, ninelerimizden miras aldık ve torunlarımızın bizden barışı miras almalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum.
ALEISA FISHMAN:
1960’larda Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde bir genç olan Mohammed Dajani, aktivist bir öğrenci ve Filistin’in özgürleşmesi için mücadele veren El-Fetih’in bir üyesiydi. Ancak ikisi de sırayla İsrailli doktorlar ve acil personeli tarafından tedavi gören ebeveynlerinin ölümünden sonra katı görüşleri yumuşadı. “Düşmanın anneme yardım etmeye çalışması düşüncesine direnemedim” dedi. Yıllar içinde Dajani değişerek ılımlı bir ses hâline geldi, kişisel öyküler paylaşarak çatışmaları sonlandırmak için çalıştı. Wasatia ılımlı İslam hareketinin eş kuruculuğunu yaptı. Fakat ılımlılığın savunucusu olmak kolay değil. Bu konum ona Kudüs’teki El-Kudüs Üniversitesi’nde 13 yıllık profesörlüğüne mâl oldu.
Elizabeth ve Oliver Stanton Vakfı’nın cömert desteğiyle Amerika Birleşik Devletleri Holokost Anı Müzesi tarafından gerçekleştirilen Antisemitizm Üzerine Sesler adlı podcast serisine hoş geldiniz. Ben, Aleisa Fishman. Antisemitizm ve nefretin dünyayı günümüzde hangi yollarla etkilediğini göstermek için her ay buraya bir misafir davet ediyoruz. Karşınızda Washington DC’den, Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü üyesi Mohammed Dajani.
MOHAMMED DAJANI:
Holokost’u inkâr eden, Holokost’u Nakba ile ilişkilendiren bir kültürde büyüdüm. Nakba, Arapçada “felaket” anlamına gelir. 1948 yılındaki olaylara işaret eder. İsrailliler, 1948 yılındaki olaylardan Bağımsızlık Savaşı olarak bahsederken Filistinliler 1948 olaylarından felaketleri ya da Nakba’ları olarak bahsederler. Çünkü Filistinlilerin memleketlerinden edilip Batı Şeria’ya Ürdün’e, Suriye’ye, Lübnan’a mülteci olarak gitmelerine yol açmıştır. Onlar için bu nedenle travmatik bir deneyim olmuştur. Sonuçta bir Filistinli olarak Holokost’la ilgili fazla bir şey öğrenmeden, hiç eğitim almadan ve Holokost’un var olmadığını düşünerek büyüdüm. Ne var ki işimde daha fazla öğrenmeye ve Holokost hakkında bilgi edinmeye, filmler ve belgeseller izlemeye, okumaya başladım. Sonra, 2011 yılında Auschwitz’i ziyaret etme fırsatı buldum. Ne olduğunu gidip kendi gözlerimle görmüş oldum.
Öğrencilerim bana “Neden Holokost’u öğrenmemiz gerekiyor?” diye sorduklarında basitçe şöyle cevap verirdim: “Doğru olanı yapmak için.” Kalbimin derinlerinde bunun doğru şey olduğunu hissediyordum. Böylece Mart 2014’te 27 öğrenciyi Auschwitz’e götürdüm. Aklımdaki, Filistinli öğrencileri Auschwitz’e götürmenin yanı sıra 30 İsrailli öğrenciyi de Filistin mülteci kamplarını ziyarete götürmek ve Nakba öyküsünü öğrenmelerini sağlamaktı. Yolculuğun amacı, ötekinin acısını öğrenmenin, ötekine duyduğunuz empatiyi nasıl beslediği üzerine çalışmaktı. Bu şekilde ötekiyle daha çok uzlaşma ve barış olacak şekilde mesafe kapanacak mıydı?
Öğrencilerimin beni dinlediğine inanıyorum. Bizimle Auschwitz’e geldiklerinde bunu öğrenmek için geldiler. Benim için bizim dinî eğitimimizin bir parçasıydı. Çünkü İslam, “Beşikten mezara bilginin peşine düş” der. Yani, temel olarak bilgiyle, öğrenmeyle ilgiliydi. Ayrıca tabuları yıkmamız gerektiğini hissettim. Holokost inkârının Filistin kültüründeki ve Filistinli ruh hâlindeki tabulardan biri olduğunu düşünüyorum. Bu tabuları yıkmazsak ilerleyemeyiz. Aynı zamanda böyle bir trajediyi inkâr etmek, etik olarak da yanlış. Bu konu hakkında ne kadar çok öğrenirseniz inkâr etmekten o kadar çok uzaklaşırsınız.
Öğrencilerim için Auschwitz’i ziyaret etmek ve Auschwitz’deki olaylarla ve olan bitenle yüz yüze gelmek zordu. Aynı zamanda geri gelmek de onlar için zordu. Çünkü Auschwitz ile ilgili henüz hiçbir şey öğrenmemiş olan bir topluma geri dönmüşlerdi. Bu yüzden onlar için ne olup bittiğinin öyküsünü anlatmak ya da fotoğrafları göstermek zordu. Durumu daha çok zorlaştıran da etkinliğin medyada, bunun bir propaganda çabası olduğu imajını, algısını verecek şekilde yer almasıydı. Öğrenciler, şöyle mesajlar, e-postalar almaya başladılar: “Ne işin var orada? Bu bir propaganda. Seni nasıl kandırdılar da böyle bir şeye katıldın?” Bu yüzden sınıf arkadaşları, akrabaları, arkadaşlarıyla ilgili endişe etmeye başladılar. Geri döndüğümüzde bana karşı büyük bir saldırı oldu. Çünkü insanlar, öğrencileri oraya beyinlerini yıkamaya götürdüğümü sanmışlardı.
Sorunun bir parçası da üniversitenin bunun akademik özgürlük olduğunu söyleyip beni desteklemek yerine şöyle bir bildiri yayınlaması oldu: “Bu yolculukla hiçbir ilgimiz yoktu. Profesör bunu kendi başına yapmıştır.” Yani ben haksızım, Filistin karşıtıyım ve milliyetçi değilim. Bunu, kampüste bana karşı eylem yapan öğrenci birliği takip etti. Yani kışkırtma dolu birçok etkinlik söz konusuydu. Hiç kimse dinlemek ve anlamak istemiyordu.
Bu nedenle akademik özgürlük olmadığını söyleyerek istifamı sundum. Üniversitenin reddedeceğini ümit ediyordum ancak etmedi. Bunun yerine istifayı kabul ettiler. İhanete uğradığımı hissettim. Herkesin sakinleştiğini düşünürken, birkaç ay sonra, arabam gecenin bir yarısı ateşe verildi.
Ilımlı olmak gerçekten de çok zor. İnsanlar ılımlı olmayı, yumuşak ya da kolay olmak olarak düşünüyorlar ama gerçekten ılımlı olmak ve ılımlılık savununuzu ilerletmek, özellikle de çatışmalı zamanlarda gerçekleştirmesi çok zor bir olaydır. Çünkü insanlar bunu kabul etmeyeceklerdir. Ya bizimle olmak zorundasın ya da bize karşısın. Ancak yanılıyorlar. Bu çatışmanın bizi ötekine gösterdiğimiz insanlıktan mahrum etmesine izin vermemeliyiz.
ALEISA FISHMAN:
2014’te El-Kudüs Üniversitesi’nden istifa ettikten sonra Dajani, Almanya’daki Friedrich Schiller Üniversitesi ile işbirliği içinde, uzlaşma ve barış müzakereleri konusunda bir doktora programı kurulmasına yardım etti. Onunla beraber Auschwitz’e seyahat eden öğrencilerden bazıları bu programa başvurdu.