3 Nisan 2014
MONIKA SCHWARZ-FRIESEL:
Antisemitizm, modern Alman toplumundan silinmesine yönelik tüm çabalara karşın toplumsal tabu olarak görülmesine, hatta yasalarla yasaklanmasına karşın eğitimli insanlar arasında bile oldukça inatçı ve dayanıklı olduğunu kanıtlıyor
ALEISA FISHMAN:
Monika Schwarz-Friesel, Berlin Teknik Üniversitesi’nde genel dilbilim profesörüdür. Brandeis Üniversitesi’nden tarihçi Yehuda Reinharz ile beraber yürüttüğü yakın zamandaki çalışmasında 2002’den beri Almanya’daki Yahudiler Merkez Konseyi ve Berlin’deki İsrail Büyükelçiliği’ne gönderilen binlerce mektubu ve e-postayı inceliyor. Araştırmaları, eğitimli Almanlar arasındaki şaşırtıcı antisemitizm seviyesini ortaya koyuyor.
Elizabeth ve Oliver Stanton Vakfı’nın cömert desteğiyle Amerika Birleşik Devletleri Holokost Anı Müzesi tarafından gerçekleştirilen Antisemitizm Üzerine Sesler adlı podcast serisine hoş geldiniz. Ben, Aleisa Fishman. Antisemitizm ve nefretin dünyayı günümüzde hangi yollarla etkilediğini göstermek için her ay buraya bir misafir davet ediyoruz. Karşınızda Berlin’den Monika Schwarz-Friesel.
MONIKA SCHWARZ-FRIESEL:
Antisemitizm söz konusu olunca dil her zaman Yahudilere karşı nefret ve önyargıların oluşturulması, uyandırılması ve teşvik edilmesinde önemli bir rol oynadı. Böylece on yıl önce Alman söyleminde sözsel antisemitizmde gözle görülür bir artış olduğunu fark ettiğimde Yahudi düşmanlığının yirminci yüzyılda aslında nasıl söyleme taşındığı üzerine ayrıntılı olarak araştırma yapmaya başladım. Almanya Yahudiler Merkez Konseyi ve Berlin’deki İsrail Büyükelçiliği’ne gönderilen 10.000’den fazla mektup ve e-postayı analiz ettik. Kullanılan kelimelere, ifadelere, bilişsel dilbilimsel yöntemlere göre söz dizimsel yapılara, fakat temel olarak da bu metinlerde başvurulan stereotiplere baktık: açgözlü Yahudiler, küstah Yahudiler, kan iftirası teorisi, Nazi propagandasında gördüğümüz ya da duyduğumuz her türden sözcükbirimler. Örneğin Yahudiler Merkez Konseyi’ne “Sizde hiç insanî duygu yok mu?” diye sormuşlar.
Bugün antisemitizmin öncelikle sağ görüşlü aşırılıkçılarda bulunduğu yaygın bir inanış ama yazarların yalnızca yüzde üçü toplumun uçlarındaki sağ aşırılıkçılardan geliyorken yüzde altmışından fazlası toplumda orta kesim denen gruptan geliyor. Aralarında öğretmenler ve üniversite profesörleri, avukatlar ve doktorlar var. E-postalarına ve mektuplarına hep “Ben ırkçı değilim. İyi bir insanım. Holokost’ta olanlardan ötürü pişmanlık duyuyorum ama...” diye başlıyorlar. Bu “ama”yı takip eden satırlarda her türden klasik antisemitik stereotipi üretmişler.
İşte, bazıları farkında bile değil bence. Çünkü insanlar antisemitik stereotipleri dillendirmeye alışkınlar. Belirli dilbilimsel kalıpların kullanımıyla Yahudi nefreti çağlar boyunca korunmuş ve aslında toplumumuzun kolektif zihninin bir parçası olmuş. Holokost, Auschwitz’teki gaz odalarıyla başlamadı. Kelimelerle başladı. Ölümcül bir ideolojiyle başladı. Yüzlerce yıldır dille aktarılan bir ideolojiyle.
Bu araştırmayı yapmaya başladığımızda tabii ki aklımızda hep Holokost’un Almanlar tarafından başlatıldığı ve devam ettirildiği vardı. Bu yüzden Almanların hep Yahudilere yönelik nefret söylemi, Yahudilik ve İsrail Yahudi Devleti konularında çok ama çok dikkatli olmaları gerektiğini düşündük. Fakat biz, araştırmacılar olarak bu metinlerin analizinden elde ettiğimiz sonuçlarla derinden sarsıldık. Hep şöyle düşündük: “Nasıl... neden insanlar Holokost’tan hiçbir şey öğrenmemişler?”
Ancak sıradan Almanlar, hâlâ 2.000 yıl öncesine uzanan bir nefretle zehirlenmiş durumdalar ve bunun farkında değiller. Almanya’daki çok, birçok insan gerçekten de antisemitizmin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sona eren tarihsel bir olay olduğunu düşünüyor. Oysa tek başıma ben bile oldukça kötü e-postalar aldım. Şimdiye kadar bana gönderilmiş mektuplar bile bir araştırma yapmaya yeter.