6 Mart 2014
PETRA GELBART:
İnsanların “Çingeneler” dedikleri insanlar hakkında bildiklerini sandıkları şeyi alıp yerine çok daha fazla gerçekliğe dayanan bir şey koymaya çalışıyorum.
ALEISA FISHMAN:
Çekoslovakya’da doğan Petra Gelbart, Holokost’tan sağ kurtulan Romanların torunu. Bir etnomüzikolog, müzisyen ve şarkıcı olan Gelbart, Holokost’un Roman mağdurlarının hatırlanması için eğitim vermek ve konunun savunusunu yapmak için hem araştırmalarından, hem de sesinden faydalanıyor.
Elizabeth ve Oliver Stanton Vakfı’nın cömert desteğiyle Amerika Birleşik Devletleri Holokost Anı Müzesi tarafından gerçekleştirilen Antisemitizm Üzerine Sesler adlı podcast serisine hoş geldiniz. Ben, Aleisa Fishman. Antisemitizm ve nefretin dünyayı günümüzde hangi yollarla etkilediğini göstermek için her ay buraya bir misafir davet ediyoruz. New York City’deki evinden, karşınızda Petra Gelbart.
PETRA GELBART:
Bir insanı Roman olarak tanımlayan şey çok basittir. Ataları yaklaşık 1.000 sene önce Hindistan’dan gelmiş olan insandır. Roman ve Sinti’nin birçok alt grubu vardır. Yahudilerin alt grupları kadar çeşitlidirler. Ya Romanca konuşurlar—ben Romanca konuşuyorum—ya da Romanca konuşan ataları vardır.
Roman ve Sinti—ya da insanların ne dediğini bilirsiniz, Çingeneler—hakkındaki başlıca stereotip, bizim göçebe olduğumuzdur—tarihin çoğunda, son birkaç yüzyılın çoğunda Romanların çoğunluğunun yerleşik olmasına karşın. Aslında annem hayatının ilk üç yılını bir karavanda geçirmiş ama o zaman bu alışılmışın oldukça dışında bir durummuş. Çok nadir bir durummuş. En büyük stereotip de bu.
Tabii ki çalışmak istemediğimiz ve suça meyilli olduğumuz gibi stereotipler de vardır. Çoğunluğu yoksulluk içinde yaşayan bir grup söz konusu olduğunda elbette işsizlik, düşük eğitim ve adi suçlarla ilgili sorunlarınız olacaktır. Ancak Avrupa’da düzenli bir iş bulmaları da zor, çok zor. Çünkü istihdamda ayrımcılık had safhada. Bu yüzden insanların gerçekten endişe etmesi gereken şey, bizim suçlu ya da “işten kaytaran” insanlar olup olmadığımız değil, işlere erişimimizin olup olmadığıdır.
Vahşi, tutkulu ve tüm bu saçma şeyler olmamıza gelince bunlar popüler kültürden geliyor, kitaplardan ve filmlerden geliyor. Hiç kimse sıradan Romanlar, yani sıkıcı ve herkes gibi olan Romanlar hakkında okumak istemiyor. Aslında popüler medyada ve akademik kitaplarda buna daha fazla ihtiyacımız var, şöyle ki: Romanlarla ilgili önyargılarımız, ortada olan gerçekliğin büyük bir kısmını yansıtmıyor. Hem akademisyen hem de müzisyen olarak işimde yapmaya çalıştığım şey, stereotipleri çürütmek.
Kardeşlikle ilgili bir şarkı vardır. Bu şarkıyı severim. Çünkü Romanların ayrı gruplarıyla ilgili konuşmadan da Romanların tüm farklı, birbirine benzemeyen gruplarının, birbirlerine saygı duyduklarından bahseder.
Şöyle bir şarkı:
[Şarkı: Dobre dien Romale]
Dobre dien Romale
Dobre dien Romale, spozeranku
Izvinite man pal so bagav
Nie podumayte so pal tumende
Pal sare romende rakirav
Tu sal zabaikalsko Rom sibirsko
Al’e rosissko romano chavo
Rikir pes pri obshestvye dostoyno
Na mangav me bolshe ničevo...
İyi günler, Roman
İyi günler, Roman, sabahın bu erken saatinde
Çalıp söylediğim için beni affet
Senden bahsettiğimi sanma
Sanma ki tüm Romanlardan bahsediyorum
Baykal Gölü’nün ötesinden de olsan, Sibiryalı bir Roman da
Rus bir Roman çocuğu da olsan
Toplumda onurunla yaşa
Başka bir şey istemiyorum...
Annemin ailesi şu anda Çek Cumhuriyeti topraklarındaki bir bölgede yaşıyordu. Burası, Roman nüfusunun yüzde doksanının imha edildiği birçok ülkeden biriydi. İşte annem savaştan birkaç sene sonra tamamen kırıma uğramış bir ailenin içine doğmuş. Aslında Avrupa’da yok edilen Romanların oranı, Yahudilerinkine yakındır. Birçok insanın fark etmediği bir şey bu. Toplam sayı daha düşük. Çünkü en başta Avrupa’daki Roman sayısı, Yahudi sayısından çok daha azdı. Fakat savaştan sonra Roman nüfusunun diğer kısmı imha edildiği için yalnızca yaklaşık yüzde onunun kaldığı ülkelere baktığınızda bu aslında tam anlamıyla soykırımdır.
Auschwitz’de kim olduğu bilinmeyen bir Roman tarafından bestelenmiş Holokost ile ilgili bir şarkı vardı. Ailemde, bildiğim kadarıyla annemin büyük teyzesi bu şarkıyı dışarı taşımıştı. Adı, Aušvicate.
[Şarkı: Aušvicate]
Aušvicate
Aušvicate hi kher báro
De odoj bešel mro piráno
De bešel, bešel, gondolinel
E pre mande pobisterel
Kata Ruska balval phurdel
De mro piráno už man mukhel
De mukhel, mukhel pháripnaha
Ani penďas: Áčh devleha
Auschwitz’de
Auschwitz’de büyük bir hapishane vardır
Erkeğim orada mahpus
Oturur, oturur ve düşünür
Ah, beni unutur
Rusya’dan bir rüzgâr esiyor
Kocam çoktan terk etti beni
Gitti, büyük zorluklarla gitti
Dönüp diyemeden Bir “hoşça kal” bile
Komünizm rejimi altında “Roman” adında bir etnik grubun varlığı bile bilinmezdi. Birçok insanın bildiği gibi, Çek Cumhuriyeti’nde Romanları tuttukları toplama kamplarından birinin üstüne domuz çiftliği inşa ettiler. Bir anıt inşa etmek yerine domuz çiftliği inşa ettiler. Hâlâ da orada. İşte bu şarkılar, savaşı izleyen on yıllar boyunca gizlice aktarıldı. Kamuya açık bir anma yapmanıza izin verilmezdi. Çünkü gerçekten var olmamıza izin yoktu. Bana sadece bir kısmı öğretildi. Belirli bir yaşa gelip bunları dinleyecek kadar olgun olduğum düşünüldüğünde—çünkü daha küçük yaşlarda bunların hiçbirini bilmiyordum—büyükler bana da anlatmanın zamanının geldiğine karar verdiler. O zaman bu şarkıları da benimle paylaştılar.
Dünya değişiyor. İnsanlar, kamuya açık anmalar yapıyor ve bu şarkıları söyleyebilen insanları buralara getiriyorlar. Özel türden anmalar daha kamusal hâle geliyor. Ancak Holokost eğitimine dahil edilebilirsek—tabii ki haklı olarak dahil edilmemiz gerekir—o zaman tüm insanlara Romanları öğrenmeleri için ulaşmak üzere iyi bir şansımız olur. Bence bu, gerçekten de yayılması gereken bir fikir.