01.04.2010
RAY ALLEN:
Nerede yaşarsak yaşayalım, nereden gelirsek gelelim, hangi dili konuşursak konuşalım ya da hangi dine mensup olursak olalım hepimiz aynıyız. Ve hiç kimse Holokost’ta yaşananları hak etmiyor.
ALEISA FISHMAN:
Ray Allen, Boston Celtics’te oynayan profesyonel bir basketbolcu. ABD Holokost Anı Müzesi’ni açıldığında bu yana birkaç kez ziyaret etti. Her seferinde farklı bir tanıdığını, takım arkadaşını veya koçunu getirdi. Allen, Müze’nin herkese evrensel bir mesele olan önyargı hakkında mesajlar ve dersler verdiğini ifade ediyor.
Oliver ve Elizabeth Stanton Vakfı’nın cömert destekleri sayesinde sizlere sunabildiğimiz, Amerika Birleşik Devletleri Holokost Anı Müzesi’nin podcast dizisi Antisemitizm Üzerine Konuşmalar programına hoş geldiniz. Ben, sunucunuz Aleisa Fishman. Günümüz dünyasında antisemitizmin ve nefret etkisinin pek çok yolunu sizlere yansıtmak üzere her ay bir konuk davet edeceğiz. Ray Allen, Boston, Massachusetts yakınlarındaki evinde sizlerle.
RAY ALLEN:
Asker bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm. Babam hava kuvvetlerinde görev yapıyordu. Dünyanın her yerini gezdim. Yedi yıl kadar Almanya ve İngiltere’de yaşadım. Küçükken bir şeyler yapmanın çok farklı yolları olduğunu öğrendim. Farklı yaşam tarzları, farklı okul hayatı. Ve her zaman başka insanların yaşam tarzını öğrenme, insanların kim olduğunu ve nereden geldiklerini anlama perspektifine sahiptim.
Güney Carolina’ya taşınana kadar ırkçılığa çok fazla maruz kalmadım. Oradayken çevremde çok insan vardı. Sekizinci sınıfa orada başladım ve öğretmenler, okul sistemi, diğer çocuklar ve veliler, kendi ırkınızla birlikte olmanız gerektiğine dair çok açık mesajlar veriyordu. 13 yaşındaki bir çocuk için anlaşılmaz bir şeydi bu. Hayatımda ilk kez insanların beni, kendilerine benzemediğim, onların geldiği yerden gelmediğim için sevmediğini anladım. Hep derim, basketbol oynamaya başlayınca birlikte vakit geçirdiğim insanlarla aramdaki uçurumu kapatmayı daha iyi becerir hâle geldim.
Holokost Müzesi’ni ilk ziyaret ettiğimde NBA’ye yeni girmiştim. Müze’yi de orada duydum. Müzelere gitmeyi hep sevmişimdir. Üniversitedeki koçum bizi bir yerlere götürmeye ve sezon boyunca seyahat ederken bize bir şeyler öğretmeye çok meraklıydı. Bu huyu bana da bulaştı. Seyahat ederken mutlaka farklı yerlere, şehirlere gittim. Farklı şehirlerin insana neler sunduğunu anlamaya çalışırım. Hatırlıyorum, müzeyi ilk ziyaretim içime işlemişti. Müze herkese bir ders veriyordu. O derse hep sadık kaldım. Müzeye dört-beş kez gittim. Ve her gidişimde farklı bir şey gördüm. Tekrar gidişimde mutlaka başkalarını da götürdüm.
Yaşlı, siyahî bir arkadaşımı götürmüştüm. Müzeyi gezerken çok soru sordu ve gördüğü bazı şeylerin gerçekleşmiş olabileceğine inanamadı. Ziyaretimiz bitince dışarı çıktık ve sorduğu ilk soru şu oldu “Peki ya kölelik?” Yaşlı bir adamdı. Bu durum onu biraz kızdırmıştı. Çünkü Amerika’daki siyahîlerin hâlini anlatan, köleliği anlatan şeyler görmek istemişti. Ona “Gördüklerin kölelik hakkındaydı” dedim. Köle edilen insanları, katledilmiş insanları gördün. Bu bir derstir. Artık kölelik yok, o yüzden insanlar yanındaki kişiden daha iyi biri olduklarına inanmıyor. Asıl mesele köleliktir. Holokost’a maruz kalan Yahudi halkının, Nazilerin yok etmeye çalıştığı insanların sözcükleriyle konuşuluyor.
Müze’ye götürdüğünüz kişiler, hayat deneyimlerine göre farklı şeyler görecektir. Ve konuşmak istedikleri şeyler hakkında konuşacaklardır. Ama bence en önemli şey iletişim. İletişim çok güçlü bir araçtır. Olanlar hakkında konuşmak, anlamaya çalışmak ve bundan ders alıp büyümek.